insan kendisinde olmayan her şeyi garipsiyor… kendi şehrinde olmayan şeyleri garipsediği gibi…olmayanları bazen coşkuyla karşılıyor…tıpkı adana da yol kenarlarında gördüğüm portakal ağaçlarını garipseyip coşkulandığım gibi…yol boyu yeşilin içindeki turuncu portakallar tıpkı çocuk kitabı sayfaları gibiydi…
bazen şaşırtıyor şehir…bazen de gittiğim şehir "iyi ki de benim şehrime dahil değil bu" dedirtiyor…adana ya dair sevdiğim tek şey portakal ağaçlarıydı yol boyu...geri kalanı "iyi ki şehrime dahil değil" dedirten türdendi…
tüyap kitap fuarı kapsamında yedi gün kaldım adana'da… "yazar ile okur bir araya gelmeli mi?" sorusu yeniden belirdi kafamda ve yine yeniden "hayır" dedi iç sesim…çocuk yazınında çocuklar ile yazarları bir araya gelmeli…günışığı kitaplığı yazarı mine soysal ın söyleşine katıldım misal…bir grup ilköğretim öğrencisi için harika bir söyleşiydi…benim içinde öyle…"neden okuruz?" ve "neden yazarız?" sorularını çocuklara yöneltti mine soysal…nasıl dingin ve akıcı türkçe ile konuşan bir kadın…sakin sakin anlattı ve soruları ile yönlendirdi çocukları…neden okuruz'a cevap: estetik duygumuzun gelişmesi için çıktı… ve" iyi insan olmak için okuruz" dedi mine soysal…çocukların kafasında yeni soru işaretleri ve cevaplar belirdi…öğrendiler ve yönlendiler ve beslendiler… eminim pek çoğu yazar olmak hayali ile çıktı kapıdan…ve yine eminim pek çoğu çıkarken kitap almıştır…
ardından yekta kopan ve can dündar söyleşilerine katıldım…flaşların patladığı…cep telefonu kameralarının sürekli çalıştığı söyleşilerdi…insan kelimelerinin peşine takılıp serüvenlere sürüklendiği bir adamın/kadının fotoğrafını neden çekmek istesin ki? bende bunu soruyorum:) popüler kültür hayatımızın her alanında…yazara bile ses sanatçısı muamelesi yapıyoruz… yazar okuyucusuna gizemli kalmalı diyenlerdenim ben… yazar gözlemleyerek beslenir ve gözlemlediklerinin kurgusunu oluşturur…tanınan ve gözlerin üzerinde olduğu bir yazar nasıl gözlemler ki insanları ve olayları? yekta kopan misal gizli gizli gözlemleyemez beni…hiçbir öyküsüne esin olamam onun…ondan önce ben gözlerimi diker bakarım ki ona…
kaldı ki yazarın söyleşilerinde anlattıklarını zaten yazdıklarından okuyoruz…büyülenerek çıkmadım hiçbir yazar söyleşisinden…benim yazarım ete kemiğe bürünmemeli… ben her yazısında ona farklı bir fiziksel görünüm ve kimlik biçiyorum…yazarın yaşadığı gündelik yaşamı beni hiç ilgilendirmiyor…hepimizden farklı bir şey yaşadığını düşünmüyorum…yüzüme bakıp adımı sorup sanki ben özelmişim gibi bir şeyler çiziktirip kitap imzalamasını da çok manidar bulmuyorum...hiçbir yazarın özel okuyucusu değilim…ama benim için çok özel olan yazarlar var…
mehmet eroğlu benim için çok özeldir misal…kendisini canlı gördüğümde tam bir hayal kırıklığı idi benim için…ardından bir kez kelimelerle iletişim kurmayı denedim…verdiği yanıt benim alıp pamuklara sarmalayıp yaşamımda ayrı bir yere koyduğum adam için çok uzaktı… ondan beri hiç mehmet eroğlu okumadım…
okurda şöyle bir yanılgı beliriyor; çok önemsediği bir yazarını paylaşmak istemiyor okur…her yazdığını okuyor ve yazarını eleştireni cengaver gibi savunuyor…istiyor ki yazar da okuruna öyle davransın…değil işte…sıradan bir insanız yazar için…çünkü o benim yazarım değil…pek çoklarının yazarı…sizin için çok özel olana bir şey ifade etmediğinizde uzaklık giriyor yazarınız ile aranıza…böyle düşündüğümden herhangi bir yerde sevdiğim yazarı gördüğümde kaçıyorum sırf kelimelerinden de uzaklaşmayayım diye…
e niye gidiyorum söyleşilere peki?
Son kelimesine kadar katılıyorum :))
YanıtlaSil