bir sabah uyanıyorsun dününün aynısı değil… kucağına kocaman
bir acı bırakılmış olarak uyanıyorsun… öyle aniden… öylesine büyük ki acı nereye
koyacağını bilemiyorsun çünkü sığmıyor hiçbir yere… tutamıyorsun… izliyorsun
sadece kucağına bırakılanı… kucağına bırakılan ölüm… çekip gitme… yaşamından
biri haber vermeden çekip gidiyor… acının kendine has başka bir dili var… en
keskin olanı bırakılıyor kucağına… “ölüm”…
bizden uzak sanıyoruz… aniden yaklaşıveriyor oysa… sessizce…
ölüme enseleniyorsun… dün sabah rutin konuşmayı yapmıştık belki ama bu sabah
yok… bir daha telefon onun ismi ile çalmayacak… aslında hiçbir şey dün gibi olmayacak
artık… hep bir eksiklik duygusu içine yer edecek…
zamanla acıyı kucağında tutmayı öğrenecek… ağır geldiğinde
yerini değiştirip dinlendirecek kucağını… zamanla konuşmaya başlayacak acı ile…
isyanı… öfkesi geçecek zamanla… yaşamın saçları kısaldı evet ama acının
saçlarını taramayı öğrenecek…
başka şehrin aynı zaman diliminde sevdiğim dostum kucağına
bırakılan acıyı tutmayı henüz bilemezken ben kendi şehrimde gündelik yaşama
dahil olmaya çalışıyorum… bunun adı; uzaktaki çaresizlik…
içim dün gece hızla oyuldu… acıyı kucağında uzun
çok uzun süre taşıyacak kadına kurulacak hiçbir cümlem yok… bu noktada artık
aynı dili konuşmuyoruz… bana şimdi anlatsa bile anlamayacağım… şimdi bana anlatsın
istiyorum… peki tamam kabul ama biraz zaman tanımalıyım…
iç sesimin bile sustuğu zamanı yaşıyorum… Olcay'ı tanıyan
hepimizin hayatı bugün bizden çalındı…
üzgünüm...
Dilek, kelimeler düğümlendi boğazımda :(( Etkileyici bir anlatımdı. Tebrikler.
YanıtlaSil