20 Temmuz 2011 Çarşamba

iç sesim sustu...

bir sabah uyanıyorsun dününün aynısı değil… kucağına kocaman bir acı bırakılmış olarak uyanıyorsun… öyle aniden… öylesine büyük ki acı nereye koyacağını bilemiyorsun çünkü sığmıyor hiçbir yere… tutamıyorsun… izliyorsun sadece kucağına bırakılanı… kucağına bırakılan ölüm… çekip gitme… yaşamından biri haber vermeden çekip gidiyor… acının kendine has başka bir dili var… en keskin olanı bırakılıyor kucağına… “ölüm”… 

bizden uzak sanıyoruz… aniden yaklaşıveriyor oysa… sessizce… ölüme enseleniyorsun… dün sabah rutin konuşmayı yapmıştık belki ama bu sabah yok… bir daha telefon onun ismi ile çalmayacak… aslında hiçbir şey dün gibi olmayacak artık… hep bir eksiklik duygusu içine yer edecek…

zamanla acıyı kucağında tutmayı öğrenecek… ağır geldiğinde yerini değiştirip dinlendirecek kucağını… zamanla konuşmaya başlayacak acı ile… isyanı… öfkesi geçecek zamanla… yaşamın saçları kısaldı evet ama acının saçlarını taramayı öğrenecek…

başka şehrin aynı zaman diliminde sevdiğim dostum kucağına bırakılan acıyı tutmayı henüz bilemezken ben kendi şehrimde gündelik yaşama dahil olmaya çalışıyorum… bunun adı; uzaktaki çaresizlik…

içim dün gece hızla oyuldu… acıyı kucağında uzun çok uzun süre taşıyacak kadına kurulacak hiçbir cümlem yok… bu noktada artık aynı dili konuşmuyoruz… bana şimdi anlatsa bile anlamayacağım… şimdi bana anlatsın istiyorum… peki tamam kabul ama biraz zaman tanımalıyım…

iç sesimin bile sustuğu zamanı yaşıyorum… Olcay'ı tanıyan hepimizin hayatı bugün bizden çalındı… 

üzgünüm...

1 yorum:

  1. Dilek, kelimeler düğümlendi boğazımda :(( Etkileyici bir anlatımdı. Tebrikler.

    YanıtlaSil